insan oyuncumudur?

İnsan nedir? Bir oyuncu mudur? Yaşam da bir oyun mudur? Bu sorulara en içten ve derinlikli yanıtlar felsefeden gelir. Felsefe; yani insanın yaşamı ve kendini sorgulaması insanın “oynaması” konusunda düğümlenir. Varoluşçuluk (eksiztansiyalizm) bu oyunu, insanın kendini yeryüzünde var kılma çabaları olarak değerlendirir. İnsan yaşamı (zamanı) dünyaya geldiği ya da iki ayağının üzerinde durup düşünmeye başladığı andan beri bir “oyun” olarak görmüş, sürekli “oynamıştır” yeryüzünde: Kendine karşı da, yaşama karşı da doğaya karşı da… Ama kanımca en çok kendine karşı oynamıştır. Çünkü yaşadığının bilincindedir insan, öleceğinin de… Zaman yaşamın ta kendisidir. İnsan oynamasa, nasıl geçirecektir zamanı, onu nasıl aşacaktır?

İnsan Tanrı’yı bile bir oyuncu olarak düşünmüştür. Tanrı, insana göre kendisini izlemek için yaratmıştır dünyayı… Dünya onun yansımasıdır. Birçok dinde ve inanışta vardır bu dü-şünce. İlkçağ filozofları böyle düşünüyorlardı. İlkçağ (antikçağ) filozoflarından Parmenides; “Zaman (aion), oynayan, dama taşı süren bir çocuktur, bir çocuğun hakan oyunu!” der. Zamanın ya da Tanrı’nın oyunu… Aynı zamanda insan, yeryüzünde “oynadığının” bilincinde olan bir varlıktır. Yaşamın bir oyun, kendisinin de bir oyuncu olduğunu bilmektedir. İnsanın kendi içindeki Tanrı’yı da bir oyuncu olarak düşünmesi ve onunla özdeşleşme çabaları bu bilincin en açık kanıtıdır.

İnsan; bir oyuncu olduğunu bildiği için mi tiyatroyu yarattı? Bence evet. Zamanı aşmak, kendini “sahnede” görmekle eşdeğerdedir. İnsan bunun bir hayal olduğunu da bilir ama yine de dener. Çünkü oyundur onu var kılan… Sahnede olduğunun bilincinde olan insan gerçekten yaşar. Yaşadığını duyumsar. Çünkü sahne, onun sonsuzluğa açılan penceresidir.

Bu gerçeği Shakespeare’den daha iyi, hangi tiyatro yazarı bilebilir? O değil midir oyunla-rında, bize yaşamın da ölümün de bir “oyun” olduğunu, sanki ikisinin de bir ve aynı şeyin iki yüzü olduğunu duyuran? Hangi yazar ondan daha iyi kavramış ya da yansıtmıştır bu gerçeği? Hiçbiri.. Shakespeare’nin hâlâ güncelliğini korumasının gizemi de buradadır sanırım.

İnsan, oynadığı büyük “oyun”un yanında ayrıca bir zavallıdır da… O bütün acınası küçük-lüğüyle, güçsüzlüğüyle boyundan büyük bu oyuna koşullanmış bir mutsuz, yetersiz varlıktır. Bu zayıflığını da, oynadığı “oyun”un büyüklüğüyle gidermeye çalışır. Hamlet ne güzel anlatır güçsüzlüğünün gücünü!

İşte bütün bunları, ben bir tiyatro oyununu izlerken yeniden düşündüm. İzlediğim oyun, Bizim Tiyatro’nun yeni sahnelediği “Bana William Deyin” oyunuydu.Bütünüyle “entelektüel”, anlıkçı ve aydın işi bir oyun olan “Bana William Deyin”i, önemli tiyatro insanımız Özdemir Nutku yazmış. Tek kişilik bir oyun olan bu izletide, oyuncu Zafer Diper de harikalar yaratıyor. Oyun; yazarı Özdemir Nutku’nun deyimiyle; “Oscar adlı yaşlı bir aktörün, Shakespeare tutkusu ile oynadığı roller ve Lisa’ya olan yitirilmiş aşkı ile yalnızlığı arasında geçen iç çatışması “Bana William Deyin” oyununun omurgasını” oluşturmaktadır. Oscar, kimsenin görmek istemediği (ya da görmediği), “terk edilmiş bir insan”dır ya da yeryüzündeki yapayalnızlığa bırakılmış olan insanın ta kendisidir! Ama Oscar’ın belleğinde, Shakespeare’nin görkemli tiratları vardır. Bunları kendi kendine yineleyen Oscar, sıradan ve sevmediği, bayağı bulduğu bir oyunu ezberlemeye koşulludur. Kendisine verilen basit oyunu beğenmeyen Oscar daha büyük “oyunlar” peşindedir. Zavallı Oscar kendisini bir Shakespeare oyuncusu sayar! Hayalleri bu konuda çok büyüktür ve onun zavallılığını aşar. Belki de aşmasını sağlar. Shakespeare’in tiratları burada, zavallı Oscar’ın yüce hayalleri ya da acınası insanın yeryüzünde soyunduğu yüce oyunculuğu anlamını içerir. İnsan zavallıdır ama oyununu “yüce” oynar. Buna zorunlu hisseder kendini… Oyununu oynamak için de kendini yalnızlığına kilitler. Bu yalnızlık, insanın yarattığı bilimin, sanatın ve sonsuzluğun da gidiş yoludur. Bunlar insanı dünyadan, yaşamdan koparan hayalleridir; ama insan ancak onlarla varolabilir. Dünyada kendisini var kılabilir.

Shakespeare’le kendisini özdeşleştiren (bunu sahnede olağanüstü bir beceri ve sergilemeyle, Shakespeare masklarıyla gerçekleştiren Zafer Diper’in oyunu muhteşem) Oscar, zavallılığını, yaşlı bir ölümlü olduğunu, aşkla bütünlenemediğini ve yeryüzündeki yalnızlığını bütünüyle unutur. Hayalleri onun her şeyidir. Yaşama nedenidir. Hayalleri olmasa, bu hayallerle kendisini yüceltmese yaşayamaz Oscar… Kendisini bizzat Shakespeare’in kendisi olarak düşlemese varolamaz. Bu “oyunu”, bütünüyle felsefi bir oyun olarak izledim. Bu yüzden entelektüel/ anlıkçı, düşünsel bir oyun diyorum. İnsanı yaşam, ölüm ve dünyadaki varoluşu üzerine düşündüren bir oyun; seslendiği izleyici de kanımca kendine özgü, belirli bir kesim olacaktır. Dünya, yaşam, kendisi ve varoluşu üzerine düşünmeyi seven bir kesim… Zafer Diper, bu güzel oyunu olağanüstü bir edimle (performans) sergiliyor. Oscar’ın palyaço ve vodvil oyuncusu oluşunu, insanın “yaşamsal soytarı”lığına başarıyla taşıyor. İnsanın, düşünen ve düşündüren bir soytarı olduğunun, soytarılığın işlevinin bu olduğunun altını ustaca çiziyor. Soytarının düşünceyle yaşam arasında dolanan çizgisini çok güzel veriyor. Farklı Shakespeare kişiliklerine bürünerek “oyuncunun oynama keyfini yaşadığı (Hülya Nutku)” süreçte “hem metinlerarası bir Shakespeare yolculuğuna” hem de insanın yeryüzü tragedyasına başarıyla götürüyor izleyiciyi… Bize insanın içinde bulunduğu dramı bulgulatıyor. Çağdaş tiyatronun kolaj denilen, “anlamlı bir bütün oluşturmak üzere parçaların yan yana gelişi” tekniğinden yararlanan oyun ve oyuncu, bizi insanın yeryüzündeki serüveninin anlamını sorgulamaya çekiyor.

Kısacası insanın yaratmasından palavra atmasına, düşünmesinden aşık olmasına, savaşmasından sevişmesine, siyasetinden toplumuna; yapıp ettiği her şeyin “yüce hayallerinin” yol açtığı bir oyun olduğunu düşündürüyor izleyiciye “Bana William Deyin” oyunu. İzlerken sürekli zavallı insanın sonsuzluğa uzanan, kendisini yeryüzünde kalıcı kılmasını içeren bitmez tükenmez hayallerini ve çabalarını düşünüyorsunuz. İnsanın tanrı düşüncesini de katarak kendi kendisini var kılmak için hayallerine dayanıp yücelmeye çalıştığını, bunu bir varoluş, kendini var kılma sorununa dönüştürdüğünü duyumsuyorsunuz

tiyatro nedir?tiyatronun kökeni...

Tiyatro Nedir?
Bir öyküyü, sahne olarak ayrılmış bir yerde, oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatı.
Tiyatro sözcüğü Yunanca'da "seyirlik yeri" anlamına gelen theatron'dan türetilmiş, dilimize İtalyanca'daki teatro sözcüğünden geçmiştir. Günümüzde modern bir tiyatro binası başlıca üç bölümden oluşur.
- İzleyicilerin oturarak oyunu izlediği oditoryum;
- Oyunun sergilendiği sahne;
- Sahnenin iki kenarında ve arkasında, çeşitli dekor ve gereçlerin bulunduğu sahne arkası yada kulis.

TİYATRONUN KÖKENİ
Tiyatro da başka sanatlar gibi dinsel törenlerden doğmuş, sonra dinden bağımsızlaşarak sanatlaşmıştır. Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. Avrupa'da Üst Paleolitik Çağdan (İ.Ö 40-10 bin yıl önce) kalma mağara resimlerinde, ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirmiş insanların ritmik hareketler yaptığı görülmektedir. Bunlar, maske ve köstüm kullanımının, dolayısıyla tiyatronun ilk örneği sayılır. Maske, kişinin kendi kimliğinin aşarak başka kimlikleri ve daha genel varlık biçimlerini temsil etmesinin en etkin yollarından biridir.
İlkel toplulukların animist inançlarına göre, yinelenen doğal olayların ruhları, kişilikleri vardı; bu kişiler, sonradan tapınma nesnelerine, tanrılara dönüştü.
İnsanlar, belli zamanlarda yapılan törenlerde bu tanrıları temsil eden maskelere bürünerek kendi yaşamlarını etkileyen doğa olayları üzerinde denetim kurmaya çalıştılar. Yağmur yağdırmak ya da avda başarılı olmak için yapılan törenler danslar, Kurallı oyunun ilk örneğiydi. Eski inançların hemen hepsi görülen "ölme ve yeniden dirilme" teması da, insanlara verdiği kılık değiştirme ve kişileştirme olanaklarıyla, tiyatronun çıkış noktalarından biriydi. Mevsimlerin dönüşü, kışın bahara dönüşmesi gibi yinelenen doğa olayları, eski yılı temsil eden kralın yeni yılın kralın karşısında yenik düştüğü bir törensel boğuşmayla temsil ediliyordu.
Başlangıçta canlı insanların kurban edildiği bu boğuşma ve ölümler zamanla simgeleşti, iki ayrı gücün çatışması da yerini tek bir gücün ölüm ve yeniden dirilme törenine bıraktı.
Bazı başka kuramlara göre ise tiyatronun kaynağı şamanist inançlardır. Şamanist törenlerin özelliği, izleyici ya da katılımcılara, tanrısal gücün simgesi yerine kendisini göstermesiydi. Bu törenlerde belirli kurallara uygun davranışlarla kendinden geçen şaman, öte dünya ile bu dünya arasında bir aracı rolü üstlenmektedir.
Tiyatro, bugün de kökenindeki bu iki eğilimin izlerini taşır, bu iki eğilim arasındaki gerilimden güç alır: Bir yanda doğa güçlerini simgesel olarak canlandırma, temsil etme işlevi; öte yanda, doğaüstü güçlerin görünmesine aracılık etme işlevi.
Doğaya öykünme kuramına göre, tiyatronun en önemli öğesi kılık değiştirmedir.

Madımak'ı andık...


29 Aralık'ta, Çeşme Çakabey Kültür Merkezi'nde, Çeşme Belediye Tiyatrosu topluluğu olarak Dilek Sarı yönetiminde "Madımak'ın Sesi" adlı oyunumuzu sergilemiş bulunmaktayız.

Oyunumuz, 2 Temmuz 1993 yılında Sivas'ta gerçekleşen, Türkiye'nin çok sayıda aydın ve ozanını kaybettiği Madımak Oteli'nde çıkarılan yangın sonucu gerçekleşen katliamı konu alıyor.

Türkiye'nin mazisinde kara bir leke olarak hatırlanacak bu günü, yangında ölen aydın ve ozanlarımızı tekrar hatırlamak ve geçmişimizden ders alarak, birlik ve beraberliğin önemine bir nebze de olsa dikkat çekmek, dostluğa ve kardeşliğe katkıda bulunmak amacıyla düzenlenmiş ve sahnelenmiş bir çalışmadır.

Oyunumuzu sahnelediğimiz 29 Aralık günü, Çeşme halkı ve Ege Üniversitesi - Çeşme Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu öğrencileri muazzam bir duyarlılık ve ilgi göstererek, oyunumuza büyük bir katılım gerçekleştirmiş, çabalarımızı alkışlarıyla mükafatlandırmış, aynı zamanda Çeşme'nin sanata ve tiyatroya ihtiyacını ve bu konuda yapılan çalışmalara sahip çıktıklarını açık bir şekilde göstermişlerdir.

Tüm izleyicilerimize ve destekleriyle bize sahne heyecanını yaşatan herkese içtenlikle teşekkür ediyoruz...